Sevgili Gençler!…
Dünyayı, dinlenmek için eğlenip-göçeceğin bir menzil veya uykunda elde edip, kalktığında ise elinde olmayacak bir mal gibi kabul edin.
Bir şeyi ele geçirmeye ihtiraslı olup, onu ele geçirdiğinde de bedbaht olan niceleri olduğu gibi, bir şeyin peşine gitmedikleri halde onu elde ederek mutlu olan nice insanlar vardır
Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
“Nefsani arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.” (Al-i İmran Suresi, Ayet:14)
Süfyan-i Sevri şöyle diyor:
İmam Cafer-i Sadık Hazretleri’nin huzuruna varıp, “Ey Resulullah’ın torunu nasılsınız?” diye sordum.
İmam Cafer-i Sadık Hazretleri, “Vallahi üzgünüm, kalbim meşguldür.” diye buyurdu.
“Sizi üzen ve kalbinizi meşgul eden şey nedir?” diye sorduğumda şöyle buyurdu:
“Ey Sevri, Allah’ın saf ve halis dini, kimin kalbine yerleşirse onu diğer şeylerden alıkoyar.
Ey Sevri, dünya nedir ve ne olabilir?
Dünya, yediğin lokma veya giydiğin elbise veya bindiğin merkepten başka bir şey midir?
Müminler dünyaya gönül kaptırmadıkları gibi ahiretin ansızın gelmesinden de güven içerisinde olmazlar.
Dünya evi, zeval evidir (geçicidir), ahiret evi ise sebat evidir.
Dünya ehli, gaflet ehlidir.
Takva ehli, bütün insanlardan gideri az ve yararı çok olan kimselerdir. Unuttuğunda hatırlatırlar, hatırlattıklarında ise bildirirler.”
Sevgili Gençler!…
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
“(Resulüm!) Heveslerini (nefsânî arzularını) kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü?…” (Furkan Suresi, Ayet: 43)
Allah’ın Resulü (s.a.v) bu konuda şöyle buyuruyor:
“Yeryüzünde tapılan sahte İlahlardan Allâh’ın en çok buğz ettiği, “hevâ ve heves”tir.” (Heysemî, I, 188)
Zünnûn-i Mısrî Hazretleri de muhabbet ve buğzu doğru kullanmanın yolunu şöyle îzah ediyor:
“Allah’ın dostu olup nefsin hasmı olmak gerekir; nefsin dostu olup Allâh’ın hasmı olmak değil!…”
Yani Allâh’a dost olmak için, nefsin esaretinden kurtulmak gerekir. Diğer bir ifadeyle, nefsin arzularına mağlup olmamalı ki, Hakk’ın dostluğuna erişilebilsin.
Fakat îmânın rehberliğinden mahrum bir şekilde, muhabbetini nereye yönlendireceğini bilmeyen kimse, okyanus ortasında dümeni kırılan bir gemi gibidir.
Nefsani yaldızlar, onu peşinden sürükler durur. Ve kişinin aklını, iz’anını, vicdanını dumura uğratır.
Zira hak ile meşgul olmayan kalbi, batıl işgal eder. Tıpkı düşman istilâsına uğramış bir ülke gibi. Süflî muhabbetlere esir olmuş bir kalpte de huzur olmaz.
Kalp, “göğsün sol tarafında bulunan ve vücutta kan dolaşımını sağlayan organın adı”dır.
Bir terim olarak kalp, “gönül, akıl, ruh, öz, her şeyin ortası, merkezi” anlamlarına gelir.
Kur’an-ı Kerim’de ve Hadis-i Şeriflerde “duygu merkezi” olarak ifade edilmektedir.
Mesela aşağıda meallerini verdiğimiz Ayet-i Kerimeler bu konuda bizi en açık ve en güzel bir şekilde aydınlatmaktadır:
“Mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını arttıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.” (Enfal Suresi, Ayet: 2)
“Kendi kendine, (Allah’a) yalvararak ve (O’nun kuvvet ve azametinden) ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini zikret. (Sakın) Gafillerden olma.” (A’raf Suresi, Ayet: 205)
“Bunlar (mü’minler), iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d Suresi, Ayet: 28)
“Onlar (mü’minler), “ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her zaman) Allah’ı zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Al-i İmran Suresi, Ayet: 191)
“(Seni yalanlayanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lakin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (Hac Suresi, Ayet: 46)
Yukarıda meallerini verdiğimiz Ayet-i Kerimeler’den anlaşıldığı gibi İman, doğrudan doğruya kalp ile alakalıdır.
Nitekim ehl-i sünnetin iman tanımında da kalp ile tasdik, kesin ve tartışmasız bir yer tutar.
Sevgili Gençler!…
Sevginin ve nefretin oluştuğu yer, kalptir.
Kalp, insanın merkezi olduğu gibi Yüce Allah’ın tecelli ettiği yerdir. Nazargah-ı İlahi’dir.
Bir başka ifade ile kalp, GÖNÜL KABESİ’dir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Efendimiz bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyuruyor:
“İnsan vücudunda bir et parçası vardır ki, o düzelirse bütün vücut düzelir, o bozulursa bütün vücut bozulur. İyi bilin ki, o et parçası KALP’tir.” (Camiü’s Sağir, H. No:3856; S. Buhari, İman-39)
Diğer bir Hadis-i Şeriflerinde Allah’ın Resulü (s.a.v) şöyle buyuruyor:
“Kul bir hata işlerse kalbine simsiyah bir nokta konur. Eğer günahtan kendini çeker, tevbe ve istiğfar ederse kalbi cilalanır, etmezse ta ki; kalbini kaplayıncaya kadar (siyah)nokta artırılır.” (C Sağir-207, Tirmizi-tefsir 8, İ Mace-tevhit 29 )
Sevgili Gençler!…
Bir insanın kalbi günah kirleriyle iyice karardı mı, artık o kalpte iman nuru parlamaz. O kalbe Kur’an güneşi doğmaz.
O kalp aşk-ı Muhammedi ile yanıp tutuşmaz. Günah kirleriyle kararan o kalp adeta baca gibi simsiyahtır.
Bu duruma düşmüş bir insanı kurtaracak, kararan kalplerini aydınlatacak bir tek yol vardır. O da: Tevbe ve istiğfar edip kalbini iman, ibadet ve Allah’ın zikriyle aydınlatmaktır.